Bu olaylar yaşanırkenki halimden de biraz bahsedeyim. Aylardır traş olmamışım. Sakal saç birbirine girmiş. Kokuyorum. Evet banyo yapmadığım için, evsiz barksız gibi sağda solda yatıp kalktığımdan dolayı kokuyorum. Durumu örneklemek gerekirse, amcamı ziyarete gittiğimde beni kapıda gören kadın kapısını kitleyip, polis çağırmakla tehtid ediyor, kadını zorla amcam ikna ediyor. Bildiğiniz perişanım...Sebep o. Evet bi kadın. Yani saçma sapan bi halde, saçma sapan bi şekilde kendimi harabediyorum. Çok haklıyım ama kendimce, o herşeye değer. Niye ayrıldık ki? Acaba neyi eksik ya da fazla yaptım... Ruh halim de dış görünüşüm de az çok canlanmıştır kafanızda...
Neyse kan veriyorum... Kan verme olayı bitiyor, dışarıda bekliyorum. Kan merkezi önünde. Kekle vişne suyunu çakmışım. Kafam rahat. Neyse beklerken bir kadın geliyor bulunduğum yere. Ama görmeyin... Böyle bir kadın olamaz. "Yani yüzüne bakmağa doyamayacağın manita" dedikleri var ya işte öyle... 35 40 yaş arası bakımlı. Taş gibi özetle. Ama bitmiş. Yani mental olarak bitmiş. Ağlamaktan düşersin ya... işte öyle olmuş... Bakıyorum etrafıma ama boş. Çok dertliyim ya. Aşığım ya. Aşkımdan ölüyorum ya. Genç bir doktor geliyor... Birşeyler söylüyor. Suratı buz gibi . İfadesiz. Elini kadınınomzuna koyuyor . Kadın konuşmuyor. Doktora bakıyor. Doktor arkasını dönüp gitmiş. Kadın kafasını çeviriyor. Ben kadına bakmayı bırakıp yürüyorum. Gideceğim. İşlerim bitmiş. Tam yanından geçerken kadın birden resmen üzerime düşüp ağlamaya başlıyor. Ama öyle yalandan falan değil yani. Kadın böğürüyor resmen suratını benim göğsüme gömüp. Çok üzüldüğümü hatırlıyorum. Bir de utandığımı. O kadar kirliyim ki. saçım sakalım üstüm başım...
Neyse kadını alıyorlar sonra... Doktora soruyorum. Oğlundan artık ümitleri kalmadığını söylemişler. Başka bir şey sormadım. Hastalığı nedir falan. Ne gerek var...
Sonra eve giderken düşündüm. Ben aylardır neye ağlıyorum? Neye üzülüyorum? Şarkıda da dediği gibi "senin derdin dert midir benim derdim yanında, kimselerde gördün mü böyle dert hayatında" havalarından tiksiniyorum. Kadının çocuğu ölüyor. Kadın öyle zor durumda ki dünyanın belki de hali hazırdaki en iğrenç adamına sarılıp ağlıyor. Hem de o kadın...
Derhal toparlanıyorum. Duş traş... Ve bu zamana gelene kadar her zor durumda aynı şeyi tekrarlıyorum; "mutsuz olma, üzgün olma, vazgeçme lüksüm yok." Halen de böyle. O yüzden üzülmemeyi öğrendim. Yani en azından üzüntünün kalıcı olma halini ortadan kaldırmayı. Suçu kendimde bulup, kendimi affetmeyi de öğrendim. Kafam rahat. Herkese zaten söylüyorum ama bi de buradan yazayım. "geniş ol, uzun yaşa, mutlu öl" demişti dersiniz:)