Sonra Çınarcık... Yazlıktan dönüş.
İğrenç. Ordakileri de orayı da bırakmak istemezdim. Dönüşte
arabalı vapurda arabadan inmezdim. Ağlardım. 12 yaşımda
mahallemden ayrıldım. Koca Mustafa Paşa dan. Okulumdan ayrıldım.
Gene ağladığımı hatırlıyorum.
Sonra dayıma veda ettim. Gene ağladım.
Sevgilime veda ettim, gene ağladım. Üzülüyordum. Vedaları
sevmiyordum. Sanırım sadece bunlara ağladım.
Bunların ortak noktası hep dokunduğum
konuştuğum insanların olmasıydı... Bu seferki farklı, hem de
çok farklı...
2003-2004 sezonu başıydı.
İstanbulspor'a Kadıköy'de 3-0 yenilmiştik, Galatasaray ve
Beşiktaş'ta kazanmış, sonraki hafta deplasmanda Trabzon'la
oynuyoruz. Ben Pierre'i gördüm o sene. Biz şampiyon olacağız
dedim. Dayım çok kızmıştı. Biraz kör bakma fanatik misin diye.
O sene Pierre'i tanıdık. Ben daha kim gelecekki dedim. Gerek yok
ki, adam nefis falan derken, Alex diye bir adam geldi. Sezon başı
falan da değil. Birden girdi hayatımıza yani. Ama adam kusursuz
futbolcu. Sorun yok sıkıntı yok. Attığı gol, yaptığı asist,
kazandırdığı maç, kupa statü ve prestij i bi tarafa koydum;

Güzel futbolun güzel adamı Alex; sen
bize Young Boys hezimetini de yaşattın Inter zaferini de. Bunların
hiçbiri önemli değil. Sen bize mahalle arasında oynadığımız
futbolu yaşattın, hem de modernlik adı altında olayın tüm
estetiğinin, tüm zevkinin dibinin kaldığı bu son zamanlarında.
Obrigado!
Not: yazıyı yayınladığım sırada Alex'in attığı tweet : "%100 Brezilyali dogduk ama kesinlikle %50 Turk,%50 Brezilyali olecegiz.Turk Halkina hersey icin tesekkurler.Sizi cok seviyoruz! DeSouza Ailesi"